Çok çalışmayı, adil olmayı o yıllarda öğrendim
Haberin Devamı1920’li yılların ortası... Osmanlı Devleti yıkılmış, Türkiye Cumhuriyeti’nin temelleri atılıyor. Savaştan yeni çıkmış bir ülke... Çok ağır şartlar altında bir ülke kuruluyor. Lozan Barış Antlaşması sonrası Yunanistan ile Türkiye Cumhuriyeti arsasında ek bir sözleşme yapılıyor. Bu sözleşme gereği iki ülkenin vatandaşları için zorunlu göç kararı alınıyor. Binlerce insan hem Türkiye’den hem de Yunanistan’dan evlerini, yurtlarını bırakıp yollara düşüyor. İşte tam bu dönemde Selanik’ten bir aile her şeyi geride bırakıp Türkiye’ye doğru yola çıkıyor...İLK DURAK İZMİR OLDU“O dönemde Türkiye’ye doğru yıla çıkanlar arasında benim dedem Celaleddin de yer alıyor. Gemiye biniyorlar ve İzmir’e geliyorlar. İzmir’e adımlarını attıklarında henüz kalacak yerleri bile yok. İzmir sonrasındaki ilk durak Aydın oluyor. Buraya alışamıyorlar. Akhisar’a (Manisa) geçiyorlar. O dönemlerde orada tütün yetiştiriliyor. Selanikli bu aile de tütüncülüğü biliyor. Ancak burada da rahat edemiyorlar çünkü salgın hastalıklar, yakalarını bırakmıyor. Her tarafta tifo, tifüs vakaları görülüyor. Ailenin en büyüğü de, yani büyük dedem, salgın hastalığa yakalanıyor ve vefat ediyor. İki erkek kardeş tek başına kalıyor. Biri eşinin ailesi ile birlikte Samsun Bafra’ya yola çıkıyor. Diğeri ise Bursa Karacabey’in yolunu tutuyor. Karacabey’de o dönem ismi Kirmikir, şimdi ki adı Harmanlı olan köye yerleşiyorlar. Sazdan tek odalı bir kulübe yapıyorlar ve o kulübede 7 çocuk doğuyor. O sazlık evde doğan çocuklardan biri ise babam Sadık Yılmaz...”Muharrem Yılmaz 6-11 yaşları arasında bu evde yaşadı.Haberin Devamı‘O EVİ MÜZE YAPMAK İSTİYORUM’BU hikâyeyi anlatan isim şu anda 5 binden fazla kişiye istihdam sağlayan Sütaş’ın başındaki Muharrem Yılmaz’dan başkası değil. Ağustos 1957’de Karacabey’de iki katlı, bir evde dünyaya gelen Muharrem Yılmaz ile doğduğu evi, yaşadıklarını ve o yaşanmışlıklardan elde ettikleri tecrübeleri konuştuk.6 yaşında kadar Bursa Karacabey’deki ‘o evde’ kalan Yılmaz, “Dedem Kirmikirli Muhtar Celaleddin, köyden Karacabey’e çocuklarını okutmaya gönderiyor.Ancak zamanla Karacabey’de bir ev olması gerektiğini düşünüyor. O arada büyük oğlu, yani babam da evlilik hazırlıkları yapıyor. İşte bu dönemde benim de doğduğum ‘o eve’ geçiş yapılıyor. 2 katlı, üst katında iki odası, alt katında bir oturma odası olan bir ev. Yemekler de alt katta yeniyor. Çok küçük bir evdi” diye tarif ediyor Yılmaz doğduğu o evi...Haberin Devamı“Ailenin ilk çocuğuyum ama benden önce bir ağabeyim oluyor aslında. Onu birkaç aylıkken kaybetmişiz” diyor Muharrem Yılmaz ve anlatmaya devam ediyor: “Şu an o ev hala ayakta. Bize ait değil ama yeniden almak için görüşüyoruz. Eğer alırsak bizim oturduğumuz dönemdeki haline getireceğim. Orayı müze yapmak istiyorum. Bu evden çok erken yaşta ayrıldığımız için çok fazla hatırlamıyorum. Ancak ailenin yaşlılarından bu evi anlatmalarını isteyeceğim. Onların anlattıklarına göre evi eski haline getireceğiz.”Haberin DevamıEVİMİZDE MİSAFİR HİÇ EKSİK OLMAZDIDoğduğu evle ilgili hatırladığı en net hikâyelerden birinin taşındığı günle ilgili olduğunu söylüyor Muharrem Yılmaz: “Eşyalar topalandı. Çocukları bir arabaya oturttular. Ben o dönem 6 yaşındayım. Kardeşimi de kucağıma verdiler. Öyle yola çıktık yeni evimize doğru. Yeni evimiz de Karacabey’deydi. Yeni evimiz daha büyüktü. 8 odası vardı. Babamın bekâr olan kardeşleri ve babanem de bizimle yaşıyordu. 11 kişilik kalabalık bir ailedeydik. Misafir eksik olmazdı. Sofraya 14-15 kişi otururduk. O evde bu kalabalık aile içinde büyümenin çok büyük avantajını yaşadım. Yıllar boyunca büyük sofrada ailecek yemekler yedik... O sofra o kadar büyüktü ki yemek bitince pinpon oynardık kardeşlerimle. İşte ‘o masa’ bana çok şey kazandırdı. Fedakarlığı ben o masa da öğrendim. Annem sürekli hizmet ederdi ama hep güler yüzlüydü. Hiç yorulmazdı sanki. O masada konuşulanları pür dikkat dinlerdik. Kalabalık olunca ve masada büyükler de yer alınca sıranı bilmeyi, had bilmeyi ve en önemlisi iş hayatını öğrendim.”Haberin Devamı‘DÜKKÂNDA KOLONYA DOLDURUYORDUM’Muharrem Yılmaz, “Yemek sofrasında iş hayatını öğrendim” deyince araya giriyorum. “Neler konuşuluyordu o masada” diye soruyorum. Anlatmaya başlıyor: “Babam kardeşleri ile birlikte çalışırdı. Eve çok yakın 200 metre uzaklıkta bir tuhafiye dükkânları vardı. Kardeşler arasında siyaset, sosyal hayat ve iş hayatı hakkında konuşmalar olurdu. Sürekli onları dinlerdim. Yaz aylarında da babamın dükkânında çıraklık yapardım. Müşteri ile ilişkiyi, adil olmayı, hak yememeyi o dükkânda öğrendim. Ben de bir çalışan gibiydim. Patronun oğlu diye bir ayrım görmedim. Örneğin kolonya satacaksam eksik vermemeliydim. Eksik koyarsam hak yerdim. Çocuk yaşlarda bile bu gördüklerimin bana gelecekte yarayacağını düşünüyordum. Hep kaydettim.”Haberin DevamıTÜM AKRABALAR BİR ARAYA GELİRDİK“Okullar tatile girdiğinde sadece çalışmıyorduk tabi” diyor Muharrem Yılmaz, yazlık evlerine sözü getiriyor: “En güzel anılarımdan bazıları Karacabey Yeniköy’deki yazlık evimizden.Yeniköy için Karacabey Boğaz’ı denir. Nilüfer’in döküldüğü bir delta orası. Orada tüm aile bir arada olurduk. Evli olan amcamlar da oraya gelirdi. Babam akrabalarına çok değer verirdi. Onları çocukları benim kardeşlerim hepimiz bir arada olurduk. Odalar da koğuş gibi olurdu. O kadar kalabalıktık ki sofraya sığmazdık. İkiye bölünürdü masalar. Çocuklar bir yere, büyükler bir yere... En büyük çocuklardan biri olduğum için hep büyüklerin masasında oturmak isterdim.” ÜLKEME FAYDALI OLMAK İSTEDİMMuharrem Yılmaz, görüşmemiz boyunca çalışmaya, adil olmaya ve ülkeye olan aşkına vurgu yaptı. “Akıl almayacak derecede çok çalıştım, benzersiz bir adanmışlıkla ülkeye faydalı olmak istedim” diyor ve şunları söylüyor: “Bu mesleğe hiçbir zaman sadece ticari faaliyet olarak bakmadık. Ailemin geçmişinde her zaman hayvancılık vardı. Dolayısıyla sütün ne kadar mucizevi bir gıda olduğunu, bir canlının gelişimindeki önemini, her damlasının kıymetini, çok küçüklüğümüzden itibaren biliyoruz. Hep bu iyiliği yaymayı, daha fazla insanın bu iyilikten yararlanmasını hedefledik. Yaşadığımız toplumun sağlıklı beslenmesi için en temel en faydalı gıda olan süt ve süt ürünlerinin tüketimini ve üretimini topluma yayacak ve bunun misyoneri olacaktık. Bu bizim görevimizdi. Şirketimizin vizyonunu, misyonunu böyle belirledik. İyi insan iyi vatandaş çizgisinden sapmadan işimizi ustalıkla yaparak bizi aşan bir kurumu oluşturma hedefiyle yola çıktık. Sütün doğasındaki değerleri insanlara ulaştıran, onların yaşam kalitelerini artıran, mutluluklarına katkıda bulunan lezzetli süt ürünleri üretecektik.”GALATASARAY LİSESİ BANA ÇOK ŞEY KATTIMuharrem Yılmaz, ilkokulunu da Karacabey’de tamamlıyor. “İlkokul öğretmenimin gelişimime büyük katkısı oldu. Beni çok iyi çalıştırdı ve Galatasaray Lisesi’ne girmemi sağladı. Galatasaray Lisesi’nde yatılı olarak kalıyordum. İyi bir eğitimin yanı sıra ayaklarımın üzerinde durmayı burada öğrendim. Lisede okurken annemi kaybettik” diyor Yılmaz ve şunları söylüyor: “Bu da bizim için farklı dönemlerin başlamasına neden oldu. Karacabey’den Bursa’ya taşınmanın zamanı gelmişti. Bursa’da ilk olarak bir apartman dairesine taşındık. Sonrasında ise bir apartman aldık ve tüm aile oraya yerleşti. Artık üniversite dönemi başlamıştı. Bursa Uludağ Üniversitesi’ni kazandım. 1976-1980 arasında, çok zor yıllarda üniversiteye gitmem gerekiyordu. 1975’te Sütaş satışlara başlamıştı. Ben de artık hem okuyor hem de babamla birlikte çalışıyordum.”YAŞADIKLARIMI ‘KISMET’ OLARAK DEĞERLENDİRİYORUMSütaş’ın kurulduğu dönemleri anlatmaya devam ediyor Muharrem Yılmaz, “Ekonominin zor zamanlarıydı... Sermaye çok kısıtlıydı. Çekilen sıkıntıları çok iyi hatırlıyorum. Biz de işin içine girmeye çalışıyoruz. İşin içine girerken farklı fikirler de ortaya çıkıyor tabi. Babam logo ve slogan hazırlıyordu. Ben de liseden arkadaşım Levent Erdem ile logo çalışıyordum. Levent çiziyordu karikatürleri. Ancak logolarımız kabul görmedi. Nesiller arasındaki ilk çatışma da aslında ilk orada başlamıştı. Tabi sonrasında işleri ben devralmaya başladım. Çok fazla çalıştım. Farklı fikrin varsa, fikirlerine inanıyorsan ve de çok çalışıyorsan insanları ikna edebiliyorsun. Çalışmanın, gösterdiğin gayretin karşılığını alıyorsun. Ancak herkes başarılı olabilir diye bir şey demiyorum. Bazen tutar, bazen tutmaz. Ben bu durumu ‘kısmet’ olarak değerlendiriyorum.”İSTANBUL’A TAŞINMA ZAMANIMuharrem Yılmaz, uzun yıllar Bursa’dan İstanbul’a giderek işlerini yürütüyordu. Artık İstanbul’a taşınma zamanı gelmişti. “Ailem hâlâ Bursa’daki aile apartmanında oturuyor. Ben ise ise İstanbul’da başka bir eve geçtim. Şu an hala oturduğum ev İstanbul Boğazı’nda bulunuyor. Şöyle bir geriye dönüp bakıyorum da Bursa’da iki katlı o küçük evde hayata başladım. Yeniköy’deki, Karacabey Boğazı’ndaki yazlığımızı hatırlıyorum. Şimdi ise İstanbul Boğazı’ndayım. Babamın ön ayak olmasıyla bu evi almıştık. Karacabey Boğazı’ndaki evden sonra İstanbul Boğazı’nda bir evde oturmak nasip oldu.”BABAM YAŞLI GÖZLERLE BENİ İZLEDİYıllar geçtikte Sütaş da büyümeye devam ediyor. Yatırımlar art arda geliyor. Karacabey’de göçmen bir ailenin oğlu olarak küçük bir evde dünyaya gelen Muharrem Yılmaz, iş ve sosyal hayatta da tanınan bir isim haline geliyor. O dönemleri şöyle anlatıyor Yılmaz: “Türkiye Genç İş Adamları Derneği içerisindeyim. O dönem başkan ise Hamdi Akın... Başkanlık süresi dolduğu için başkanlığı ben devraldım. 2000 yılında artık başkandım. O dönem ‘Milenyum’un Yıldızları’ ismiyle bir organizasyon düzenledik. Rahmetli Şarık Tara ve Rahmi Koç gibi isimler, bu organizasyona katılmıştı. Çok üst düzeyde TÜGİAD’ı lanse ettik. Rahmetli babam da o organizasyona gelmişti. Çırağan Sarayı’nda düzenlemiştik. Babam arka sıralarda bir yerde oturmuştu. Yaşlı gözlerle beni seyretmişti. İstanbul’da böyle bir ortamda kabul gördüğüme çok mutlu olmuş, duygulanmıştı.”